Bir kara devleti olarak kurulan Osmanli Devleti, daha Orhan Gazi zamanindan itibaren denizciligin önemini kavramis ve gelismesinin denizcilik sayesinde daha kolay olacagini anlamisti. Bu sebeple olacak ki 1321'lerden itibaren üç yönde denizlere çikma hareketine basladi. Yildirim Bâyezid zamaninda Gelibolu tersanesinin yapilmasi ile gelismeye baslayan Osmanli denizciligi, henüz Venedikliler'le boy ölçüsebilecek bir güce sahip degildi.
Ege Denizi'nde Venedikliler'e bagli Andros adasi beyi olan Pietro Zeno, Osmanli ticaret gemilerine karsi düsmanca bir muamele içinde bulundugu için hicrî 818 (M. 1415) yilinda Gelibolu tersanesinde hazirlanan 30 kadirga, Çali Bey komutasinda Akdeniz'e çikar. Otuz gemiden meydana gelen bu Osmanli donanmasi, Venedikliler tarafindan Türk ticaret gemilerine karsi girisilen hareketlere mukabele etmek üzere Andros, Paros ve Milos adalarina hücum etmis, bir hayli de esir alip dönmekte iken Egriboz adasi sahilinde rastladigi birkaç Venedik ticaret gemisini de zapt ederek geriye dönmüstü. Bu hadiseden bir sene sonra, Venedikliler'in Pietro Loredano komutasinda sevk ettikleri donanma, Lapseki önlerine gelir. Venedik amirali, Türkler tarafindan kendisine bir taarruz olmadikça, kendisinin taarruz etmemesi hakkinda senatodan kesin talimat almisti. Bu talimat geregi o, Türklerden zapt ettikleri gemileri geri isteyecekti. Bununla beraber her iki donanma da harp tertibati almisti. Tam bu sirada Istanbul taraflarindan gelmekte olan bir Middili gemisini, Türklere ait oldugunu zannederek yakalamak isteyen Venedik amirali, geminin Osmanli donanmasina dogru kaçip onlara siginmasi üzerine geminin kendisine verilmesini ister. Bu istegi red eden Osmanli amirali, olaya müdahale ettiginden Marmara adasi ile Gelibolu arasinda siddetli bir muharebe meydana gelir. Henüz yeni gelismekte olan Osmanli donanmasi, bu ilk ciddi deniz muharebesinde maglub olurken komutani (amiral) olan Çali Bey de sehid olur (1 Rebiülâhir 819/29 Mayis 1416). Yaralanmis olan Venedik amirali ise Bozcaada'ya çekilir. 1417 yilinda Pietro Loredano tekrar gelerek Lapseki'yi almak istediyse de muvaffak olamaz. Sonunda Imparator Manuel'in araya girmesi ile iki taraf arasinda baris saglanmis ve esirler iade edilmisti.
Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar, yeni yeni ögrenmeye basladiklari bu denizcilik mesleginde henüz tam bir olgunluga erismis degillerdi. Bu sebeple, kahramanca savasmis olmalarina ragmen Venedikliler'le basa çikamamislardi. Zaten Venedikliler de kendileri ile denizde rekabet edebilecek bir gücü istemiyorlardi. Bunun için Osmanli denizciligini baltalamaya yönelik her çareye basvuruyorlardi. Nitekim bu ilk savasta maglub olan Osmanli donanmasi ve askerine karsi giristikleri katliam bunun açik bir delili olarak tarih sayfalarinda yer almaktadir. Gerek çagdas tarihçi Dukas, gerekse daha sonraki tarihçiler bu katliami tafsilatli bir sekilde anlatirlar. Bunlarin verdigi bilgiye göre Gelibolu sahilinde cereyan eden muharebeyi seyr eden çocuk ve kadinlarin gözleri önünde o anda ele geçirilen Osmanli amiral gemisi ile alti kadirga ve alti çektirmede ele geçirilen bütün esirler, topluca öldürülerek büyük bir katliama tabi tutuldular. Bu arada bütün savas boyunca yirmi yedi gemi, Venedikliler'in eline düstü. Ertesi gün, ölümden kurtulmus bulunan esirler, tekrar gözden geçirildi. Bunlar içinde kendi istekleri ile Osmanli gemilerinde bulunan Ceneviz, Katalan, Sicilyali, Fransiz ve Giridli gibi Hiristiyan gemiciler de, gemilerin seren direklerine asilmak suretiyle öldürüldüler. Bu arada Osmanli amirali ile isbirligi yaptiklarini sandiklari vatandaslarini da amiral gemisinde iskence ile öldürdüler. Katliamdan kurtulan Müslüman gemici ve askerlerin bir kismi da idareleri altinda bulunan Ege adalarina çalistirilmak üzere götürnldüler.
Dukas, bu muharebedeki katliami su ifadelerle nakl eder: "Evvela amiral Çali Bey'in kadirgasina taarruz ederek, gemide mevcud bütün erleri kiliçtan geçirdiler. Hatta Çali Bey'i de yakalayarak vücudunu parça parça ettiler. Sonra baska kadirgalara da taarruz ederek bütün Türk kadirgalarini zapt ettiler. Türkleri, kanlarinin ve çocuklarinin gözleri önünde merhametsizce parçaladilar. Bu muharebe, Gelibolu'dan bir mil kadar uzakta cereyan etmisti.
Venedikliler, aksama dogru muharebeye son verdiler. 27 adet Türk gemisini alarak Bozcaada limanina girdiler. Burada tahkikat yaparak erler arasinda Türk aslindan olanlari kâmilen bogazladilar. Hiristiyan erler hakkinda da arastirma yaparak Türk donanmasina angarya olarak cebren (zorla) alinmis olanlarin hayatlarini bagisladilar. Ücret ve diger menfaat temini maksadiyla Türklerin hizmetine girmis olanlarini Bozcaada'da kazikladilar. Bütün adada çepeçevre bag kütükleri ve bu kütüklerden sarkmis üzüm salkimlari gibi asilmis erler görünüyordu."
Istanbul'un fethinden tam otuz yedi sene önce cereyan eden bu hadise, Venedikliler'in vahsetini ortaya koymaktadir. Osmanlilar'in, simdiye kadar tanimadiklari ve sahidi olmadiklari böyle bir olay, onlarin daha sonra denizcilikte de maharet kesb etmek için çok daha ciddi çalismalarina sebep olmustu.
ANADOLU HAREKÂTI
Çelebi Sultan Mehmed, Eflâk harekâtindan sonra askerî harekâtini bir müddet için Anadolu'ya çevirmek zorunda kaldi. Bu harekât, plânli bir harekattan ziyade bölgede Osmanli hâkimiyetine karsi ortaya çikip yükselen tehdidlerin sonucu olmustu. Nitekim Candar beyleri ile olan münasebet de böyle bir endisenin sonucunda baslamisti.
Candaroglu Isfendiyar Bey, Ankara muharebesinden sonra Timur'un yardimi ile, daha önce Osmanlilar'in eline geçmis olan yerlerini geri almisti. Kardesler arasinda meydana gelen mücadelede, Isfendiyar Bey'in, Mehmed Çelebi'nin rakiplerini desteklemesi, aradaki dostane münasebetleri bozmus ise de sonradan anlasarak pek çok olayda birlikte hareket etmeye basladilar. Nitekim Isfendiyar Bey, Karaman ve Eflâk seferlerinde oglu Kasim Bey komutasinda birlikler göndererek Çelebi Sultan Mehmed'i desteklemisti.
Osmanli tarihçilerinin bildirdigine göre Osmanlilar'la birlikte hareket eden Kasim Bey, Eflâk seferinden dönüste babasi Isfendiyar Bey'in, ülkesinin en verimli yerlerini, sevdigi oglu Hizir Bey'e verecegini duyarak Mehmed Çelebi'ye bas vurmus ve onun araciligi ile bazi yerlerin kendisine verilmesini istemistir. Bunun üzerine Mehmed Çelebi, Isfendiyar Bey'e bir mektup yazarak Kastamonu, Tosya, Çankiri, Küre ve Kalecik'in Kasim Bey'e verilmesini istemisti. Bu isteginin reddi üzerine harekete geçen Osmanli ordusu, Isfendiyar Bey'i Sinop'ta muhasara altina almisti. Osmanli hükümdari ile basa çikamayacagim anlayan Isfendiyar Bey, Çelebi Mehmed namina hutbe okutup para bastirmak suretiyle onun hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalmisti. Ancak, Kastamonu ile Küre hariç olmak üzere adi geçen yerleri oglu Kasim Bey'e degil, Çelebi Sultan Mehmed'e birakan Isfendiyar Bey, Kastamonu'ya dönmüs ve bütün camilerde Mehmed Çelebi adina hutbe okutmustur(1416).
CANIK BÖLGESININ ZAPTI
Osmanlilar'in, Canik bölgesini ilhak etmek üzere ugrastiklari dönemde dogu sinirlarinda Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen devletleri vardi. Bu iki devlet, devamli olarak birbirleri ile mücadele edip bölge halkina zarar vermekte idiler. Hayati boyunca Timur'a düsman olmus ve onunla mücadele etmis olan Karakoyunlu Devleti'nin beyi Kara Yusuf, Osmanlilar'in dostu idi. Kara Yusuf, Erzincan'i Akkoyunlular'dan alarak kendi adamlarindan olan Pir Ömer Bey'e vermisti. Pir Ömer Bey, kendi sahasini genisletmek için Sarkî Karahisar Bey'i Melek Ahmed Bey'in oglu Hasan Bey'i tehdid ederek burayi alip kendi bölgesine katmak istiyordu. Bu tehdid üzerine Hasan Bey, yardim istemek üzere o dönemde Amasya valisi bulunan Sehzade Murad'a bir heyet göndermisti. Fakat henüz yardim gelmeden harekete geçen Pir Ömer bu beyi yakalayarak Sarkî Karahisar'i da zapt etmisti. Bundan sonra biri Sivas, digeri de Karahisar'a tabi iki Canik (bunlardan Samsun ve Çarsamba taraflari Sivas Canik'ine, Ordu taraflari da Karahisar Canik'ine aittir) bölgesinde de faaliyette bulunan Pir Ömer'in bu hareketi, Osmanli Devleti'ni endiseye sevk etmisti. Nitekim, 1418 yilinda Pir Ömer'in Karahisar Canik'ini, mahallî beylerden Alparslan oglu Hasan'in da Çarsamba taraflarim almasi, nihayet Candaroglu Isfendiyar Bey'in de Müslüman Samsun'u alarak Bafra Bey'i olan oglu Hizir Bey'e vermesi, Çelebi Sultan Mehmed'in harekete geçmesine sebep olmustur.
Daha önce de belirtildigi gibi Sivas Canik'i mintikasinda biri müslüman digeri Cenevizliler'e bagli olan ve kâfir (Gavur) Samsun denen, birbirine yakin iki Samsun vardi. Yukarida belirtilen hadiseler cereyan ederken her iki Samsun'un alinmasina karar verilerek Amasya valisi Sehzade Murad'in lalasi Biçeroglu Hamza Bey, Cenevizliler'in elindeki Samsun'a almaya memur edildi. Bu haberi duyan Ceneviz Samsun'u halki, sehri atese verdikten sonra gemilere binip buradan ayrilir. Böylece bu Samsun, savas olmadan ele geçmis oldu. Bundan sonra da Müslüman Samsun kusatma altina alinmisti. Sehrin muhafizi Isfendiyar oglu Hizir Bey, mukavemet edemeyecegini anlayarak sehri bizzat sefere katilmis olan Çelebi Sultan Mehmed'e teslim eder. Çelebi Sultan Mehmed, Hizir Bey'e kardesi Kasim Bey gibi kendisinin de Osmanli Devleti'nin hizmetine girmesini teklif etmis ise de Hizir Bey, aralarindaki düsmanliktan dolayi kardesi ile bir arada bulunamayacagini belirterek özür dilemis ve babasinin yanina dönmüstür(1419).
Çelebi Sultan Mehmed, Canik seferinden sonra Bursa'ya dönerken Iskilip taraflarinda bir Tatar cemaatine rastlar. Bunlar, Mogol istilasi zamaninda buralara getirilip yerlestirilmislerdi. Padisah, bunlarin kim olduklarini ve reislerinin nerede bulundugunu sorunca, kendilerinin Samagar Tatarlarindan olduklarini, reislerinin de Minnet Bey adinda biri oldugunu ve su anda bir dügünde bulundugunu söylerler. Bunun üzerine Çelebi Sultan Mehmed, "bakiniz, ben harb ederken bu Tatar beyleri dügün pesinde kosuyorlar ve bab-i hümayunumda görünmüyorlar" diyerek, ileride onlardan gelebilecek bir tehlikeye simdiden mani olmak maksadiyla onlarin Rumeli'ye göç ettirilmelerini emr eder. Bu emir üzerine yol hazirliklarina baslayan Minnet Bey, yanindaki bütün Tatarlarla birlikte Rumeli'ye geçer. Verilen emre göre bunlarin bir kismi Filibe taraflarina, diger bir kismi da Arnavutluk havalisine iskân edileceklerdi. Emre uyularak, bunlardan bir kismi Filibe civarindaki Konushisar mevkiine, bir kismi da Arnavutluk tarafina yerlestirilmislerdi. Filibe-Istanbul yolu üzerinde ve Filibe'ye yakin bir mesafede bulunan yere yerlestirilen ve sonradan Tatarpazari adini alan bu yer, adi geçen Tatarlar tarafindan kurulmustur. Minnet Bey'in oglu Mehmed Bey, sonradan burada cami, imâret ve kervansaray yaptirmistir.
IÇ ISYANLAR ve SIMAVNA KADISI OGLU SEYH BEDREDDIN MAHMUD'UN ISYANI
Çelebi Sultan Mehmed devrinin en önemli hâdiselerinden birisi, Seyh Bedreddin Mahmud ve taraftarlarinin çikardiklari isyandir. Seyh Bedreddin, gerek memleket içinde, gerekse Kahire, Sam, Haleb gibi Islâm âleminin en namli kültür merkezlerinde uzun zaman dolasip; ciddi ve parlak bir tahsilden sonra Hüseyin b. Ahlatî isminde bir zata intisâb ederek seyhlik sifati almis olmasina ragmen, memleketin siyasî ve sosyal bünyesine vurmayi tasarladigi darbeyi vurabilecek yikici bir zekaya sahipti. O, ilim ve irfan üstadlarinin egitim ve terbiye nimazlarini kirarak, yerlesmis ve saglam sistemleri ezip geçecek kadar sakat bir yol seçmisti. Bilgi bakimindan zamaninin ileri gelenlerindendi. Onun bu özelligi daha önce temas edildigi gibi hayatini kurtarmis ve kendisine sürgün yerinde bile maas baglanmasina sebep olmustu. Gerçekten Seyh Bedreddin Mahmud, hem zahirî, hem de batinî ilimlerdeki vukuf ve ihatasiyla mümtaz ve müstesna bir mevki isgal etmisti. Islâm hukukunda zamaninin imami durumunda idi. Bu hususta "Câmiu'l-Fusûleyn" adli eseri, onun degerini ortaya koyma bakimindan yeterlidir. Bu eserinden önce fikha dair "Letâifu'l-îsârât" isimli eserini yazmisti. Seyh Bedreddin'in, "Kitâbu't-Teshil" adi ile kaleme aldigi eseri, "Letâifu'l-îsârât"in serhidir. Seyh Bedreddin bu eserini Edirne'de kadiasker iken yazmaya baslamis, 818 Cemaziyelâhir'in yirmi yedinci sali günü (3 Eylül 1415) Iznik'te ikamet ederken bitirmisti. Bedreddin'in bu eserleri ulemaca muteber kabul edilmislerdir. Seyh Bedreddin'in tasavvuf sahasindaki görüslerini ortaya koyan eseri, Vâridat adini tasimaktadir. Seyh Bedreddin'in bunlardan baska eserleri de vardir.
Ülkeye tek basina hâkim oldugu günden beri Seyh Bedreddin'in hareketlerini dikkatle takib eden Çelebi Sultan Mehmed, seyhin baslattigi dinî, siyasî ve ictimaî mahiyetteki ayaklanmayi bastirmaya muvaffak oldu.
Seyh Bedreddin, Misir dönüsü Haleb, Konya ve Tire'de dolasmaya basladi. Daha sonra Edirne'ye gidip ana ve babasina kavustu. Burada, iki seneden daha fazla bir süre, Osmanli tahtini kardesleri ile paylasarak saltanat sürmekte olan Musa Çelebi'nin takdirlerini kazanarak kadiaskerlige tayin edildi. Fakat Çelebi Sultan Mehmed'in kardeslerine galip gelmesi üzerine mevkiini kayb ederek Iznik'e gönderildi. Göz hapsinde bulunmasina ragmen Seyh Bedreddin burada rahat durmuyor, gizlice adamlarini yetistiriyordu. Bu dönemde Bedreddin'e, hareketlerinin sorumlulugunu yüklenecek ve kendisine yol açacak bir âlet lazimdi. Bu gaye ile Bedreddin, Izmir körfezinin güney ucunda ve Sakiz adasinin karsisinda Karaburun'da (Çesme) (o zamanki adi ile Stylaryus dagi) üzerinde dogmus, asagi tabakadan birini seçti. Bedreddin bu adamda, kendi görüslerini açiklayabilecek enerji ve heyecani buldugundan onu kendine kethuda, vekil ve dinî temsilci olarak seçti. Börklüce Mustafa denilen bu hizli fanatik, derhal kendini baba ve ruhanî reis ilân etti. Bundan dolayi da taraftarlari ona Dede Sultan adini verdiler. Bedreddin'e Torlak Kemal denilen bir yahudi de yardim etti. Bu yahudi, o zamanlarda Bedreddin'in görüslerini yaymaya çalisan dervislerin basina geçti. Onun görüslerinin temeli, esitlik ve fakr gibi insana cazip gelen sloganlara dayaniyordu. Buna göre kadinlar hariç olmak üzere her seyde ortaklik vardi. Bu meczuplar söyle diyorlardi:
"Ben, senin evinde kendi evim gibi otururum. Sen de benim elbiselerimi giyer, silahlarimi, arabalarini kullanirsin. Sadece kadinlar müstesnadir."
Bu safhada Börklüce Mustafa, Aydin, Yahudi Torlak Kemal de Manisa taraflarinda Rafizî Bâtinî bir Sia'nin tehlikeli hüriyeti ile faaliyetlerine basladilar. Bunlar, Seriat çerçevesi içine alinmis ahlâk degerlerini hiçe sayarak beser zaaflarina genis müsaadeler tanimak, bir taraftan da ferdî mülkiyeti, din farkini ve evlilik müessesesi gibi kanunun teminati altina alinmis sosyal barajlari da asip cemiyete yeni bir nizam tanimak yoluna koyuldular.
Aydin ve Karaburun'da etrafina binlerce insan toplayan Börklüce Mustafa'nin muvaffakiyetleri, seyhin Iznik'te kalmasini tehlikeli bir duruma sokmustu. Bunun için ailesini Iznik'te birakarak Sinop'taki Isfendiyar Beyi'nin yanina kaçti. Gayesi, oradan Tatar iline geçmekti. Isfendiyar Bey, Çelebi Mehmed'den çekindigi için seyhe müsaade etmedi. Bunun üzerine Seyh Bedreddin, gizlice bir gemiye binerek Rumeli yakasina geçip Zagra'ya gider. Seyhin, nüfuz dairesi burada gittikçe genislemeye baslar. Seyh, bir müddet sonra Zagra'dan Silistre'ye, oradan da Dobruca'ya geçer. Sonra da halkinin çogunlugu Siî olan Deliorman'a yerlesir. Deliorman'dan her tarafa mektup ve adamlar göndererek büyük bir propaganda faaliyetine girisir. Asikpasazâde'nin ifadesine göre o söyle diyordu: "Bundan sonra padisahlik benimdir. Sancak isteyen gelsin, subasilik isteyen gelsin velhasil her arzusu olan gelsin. Ben, halifeyim Mustafa (Börklüce) da benim hizmetkârimdir."
Bedreddin ile sirdaslarinin gizli amaçlari, Avrupa ve Asya'da bir hükümet kurmak oldugundan Hiristiyanlari ve özellikle Rumlari elde etmek istiyorlardi. Bu gayelerine erismek için de dervislerin görüsüne göre Hiristiyanlarin, Allah'a ibadet ettiklerini inkâr edenlerin kâfir olduklarini ilân ve kendilerine katilmak için gelen Hiristiyanlari gökten inen melekler gibi bereketli kabul ediyorlardi. Gerçekten de Börklüce, Dukas'in da dedigi gibi gayr-i müslimi bol olan Karaburun (Çesme) havalisinde Türklerden ziyade Hiristiyan ve Yahudilere taviz vererek o suretle bu cemaatleri basina toplayabilmisti.
Islâm tarihindeki, Batinî Hasan Sabbah hareketinin bir benzeri olarak karsimiza çikan bu hadise, devletin temelini kökten sarsmaya yönelik bir hadise idi. Karaburun, Aydin ve Manisa çevresinde baslayan bu fesad hareketinden haberdar olan Çelebi Sultan Mehmed, gerekli tedbirleri almakta gecikmedi. Fakat, baslangiçta bütün boyutlari ile büyüklügünün farkina varilamayan bu olay, Müslüman Türk kanina hayli pahaliya mal oldu.
Siî karekterli olan bu isyani bastirmak üzere harekete geçen Osmanli hükümdari, önce bölge beylerini bunlarin üzerine gönderecektir. Fakat bunlarin fazla bir varlik gösterememesi ve hatta maktul düsmeleri üzerine daha ciddi tedbirlerin alinmasi gerektigine kanaat getirip Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ile târaftarlarini ortadan kaldiracaktir.
Anadolu'nun bu bölgesinde büyük bir tehlike olarak ortaya çikan bu isyani bastirmak üzere harekete geçen yeni Aydin Beyi Süleyman (Aleksandr) Bey'in maglub ve maktul düsmesi üzerine, Manisa Sancak Beyi Kara Timurtas Ali Bey, asilerin üzerine yürümüs ise de muvaffak olamamisti. Bunun üzerine Amasya sancak beyi ve henüz on iki yasinda bulunan Sehzade Murad ile lalasi Bâyezid Pasa, âsileri büyük bir bozguna ugratip Yahudi Torlak Kemal ile Börklüce Mustafa'yi öldürmüslerdi. Öbür taraftan etrafina pek çok Hiristiyan ve Yahudiyi toplayan Seyh Bedreddin, üzerine gönderilen kuvvetlere mukavemet edemeyerek teslim olmus ve Serez'de bulunan Çelebi Sultan Mehmed'in yanina götürülmüstü. Mehmed Çelebi'nin emri ile kurulan bir ulema divaninda durumu tesbit edilip toplum nizamini bozmakla suçlanan Seyh Bedreddin Mahmud, gayet âdilane cereyan eden bu muhakemede, Türk Islâm birligine karsi giristigi bozguncu hareketin zararini kabul etti. Devrin en seçkin âlimlerinden mütesekkil bir mahkemenin karsisinda suçunu kabul eden Seyh Bedreddin için, Saadeddin Teftazanî'nin talebelerinden olan Heratli Mevlânâ Haydar Acemî'nin verdigi "Mali haram, kani helâl" fetvasi üzerine 1420 yilinda Serez pazarinda idam edilmisti.
Dinî vecibelerin kalkmasi, kanunlarin bozulmasi, haramlarin helal kilinmasi, bazi kimseler için göz boyayan hos müsaadelerdi. Fakat bunlarin hepsinden cazip olani süphesiz ki memleketin muayyen bir zümre arasinda taksim edildi.
Gerçekten, sayilari binleri bulan, mürid ve dervisler üzerinde seyhin nüfuzu o derece kuvvetli idi ki, bu adamlar, Allah birdir dedikten sonra peygamberligi sadece seyhlerine lâyik görüyorlardi. Seyhe ve halifelerine uyanlar arasinda Türklerden çok Yahudi ve Hiristiyanlar görülüyordu ki, bu da onlarin bol huzur ve kolayca servet temini gibi vaadleri çok cazib bulmalarindan ileri geliyordu. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal gibi propagandacilar, seyhten aldiklari ilham ve hizla, kisa bir zamanda binlerce kisiyi ayaklandirmaya muvaffak olmuslardi. Tarihî seyri ve neticesi ne olursa olsun, her kaynasma ve ayaklanmada mühim olan birer figüran rolündeki yiginlarin çikardigi gürültü degil, bu yiginlarin gizli veya asikâr istek, izdirap ve zaaflarini sezip bunlari sahis ve zümre menfaatleri adina kullanmasini bilen anarsi merkezlerinin gayesidir. Bu belirli ihtiraslar etrafinda merkezlesen gayeler ise, sosyal sartlarin ve siyasî buhranlarin halk için sikintilar ortaya çikardigi devirlerde meydana gelen hosnudsuz ruh haletinden faydalanirlar. Nasil ki, Babaî isyanlari Selçuklu inkirazinin ortaya çikardigi sosyal bir çalkantinin sonucu ise, Bedreddin Mahmud da sahne olarak ayni cografya parçasini seçip on yildan fazla süren sehzadeler mücadelesinin dogurdugu siyasî ve ictimaî huzursuzluktan faydalanmasini bilmistir.
Büyük bir mücadele ve gayret sonucu, iç yaralari sarip memleket bünyesinin sagligini iade eden Çelebi Sultan Mehmed'in bu vatana en büyük hediyesi, Ikinci Sultan Murad gibi hükümdar namzedi bir sehzade yetistirip birakmasidir.